Monday, November 9, 2015

DUVARIN ÖTE YANI:
DORIS LESSING'DEN HAYATTA KALMA GÜNCESİ
Eşik kavramı pek çok yönüyle bana ilginç gelmiştir. Belki de hayatımın önemli bölümünde kendimi bu kavramın çağrıştırdığı konumda hissettiğim için bu çekicilik. Doris Lessing'den okuduğum ikinci romanda eşiğe karşılık gelen bir mekan var: Duvar. Roman, duvarın öte tarafıyla bu tarafının öyküsü. İki taraf arasındaki bağı kuransa orta yaşlı kadın kahramanımız. Kendinden çok etrafında olup bitenleri anlatmayı yeğleyen anlatıcı aynı zamanda bu kahraman. Peki neler var okurla paylaştığı? Öncelikle bir toplumun belki de bir çağın sonu yaşanıyor bu tarafta. Distopya diyebileceğimiz bir türe dahil edilebilir olay örgüsü bu bakımdan. Modern insanın önce kendi elleriyle kurduğu sonra da bir dişlisi olmaya razı geldiği her şey paramparça olmuştur artık. Tüm kurumlar, sosyal ve siyasi yapılanmalar, insani ilişkiler, kültür, gelenekler kısacası insan ve toplum olmanın yapıtaşları birbiri ardınca dağılmıştır. Sadece şanslı bir azınlık yani 'Konuşanlar' çöken toplumun artıklarından nasiplenen kısmi bir refaha sahiptirler. Herkes takas yoluyla ihtiyaçlarını karşılamakta, su ve elektriği birbiri ardınca kaybetmektedir. Şiddete teslim edilen sokaklarda insanın kendini sürekli kollaması, yaşaması imkansızlaşmışsa büyük şehirleri terk ederek kuzeye, taşraya göç etmesi gerekmektedir. Anlatıcımızın sokağı da bu göç yollarından biridir. 
Roman bir distopyayı anlatıyor dedik. Ancak distopyaya olumsuz bir bakış açısı da sezilmiyor romanda. Evet her şey paramparça olmuş, düzenden eser yok ama eskisinin de pek hayrı görülmemiş anlaşılan. Kahramanımızın yaşadığı apartmanda eski hayatlarını sürdüren şanslı azınlıktan aileler de var. Onları ve tutumlarını anlatırken takındığı olumsuz tavır, davranışları için onları bir çeşit oyun oynamakla ve sahtelikle suçlaması geçmişi tekrar diriltilmesi gereken bir altın çağ olarak görmediğini ortaya koyuyor. Aksine yeni yaşam biçimi, insanların hayatta kalmak için harcadıkları çaba, yeniden ayrışan ve şekillenen toplum ona içinde bulunduğu durumun daha iyiye evrilebilecek bir cevher barındırdığını sezdiriyor. Anlatıcının tutumundan toplumun bir noktada yerle bir olmasının beklendiği, bunun çok da kötü ve korkulacak bir şey olmadığını çıkarıyor okur. Kahramanınki biraz yıkıcı bir tavır: Yeniden kurmak için toplum düzenini temelinden dinamitlemek. Bir taraftan da insanın hayatta kalma içgüdüsünü düzene ayak uyduruşunda somutlaştırıyor. Roman içerisindeki kimse yaşadıklarını yadırgamıyor ya da sızlanmıyor kaybettiklerine.
Gelelim duvar meselesine. Romana gerçekten ilginç bir boyut katmış. Duvarın geçişkenliği, bu tarafında yaşananların sarsıcı etkisini azaltıyor ya da yön değiştiriyor böylece. Oturma odasından başka bir dünyaya, zihne açılan saydam bir kapı gibi bu duvar. Anlatıcı kendi iradesiyle geçemiyor duvarın ötesine, bir trans halinde de değil, geçtiğinde gördüklerinin ve yaptıklarının da tamamen bilincinde. Farklı bir bilinç katmanına, büyük ölçüde de kendisine tanımadığı bir adam tarafından bakması için bırakılan Emily'nin bilinç altına doğru yapılan bir yolculuğa benziyor deneyimleri. Küçük kızın geçmişinde yaşadıkları rüyaya benzer bir atmosferde sahneleniyor. Kimi zaman olduğu gibi kimi zaman da sembolik görünümlerle. Anlatıcı, duvarın bu yanında Emily'le iletişim kurmaya, aralarında bir bağ tesis etmeye çalışırken diğer tarafa geçtiğinde sevgisiz büyümüş bu kızın ruhunda kırılıp dökülenleri onarmaya çalışıyor. Bu taraftaki başarısı, kızın hayatına girebilme çabaları öte taraftakileri düzenleyebilme gücü veriyor ona. Bu bölümler görsel açıdan zengin. Zaten kitap sinemaya da uyarlanmış. Görsel gücü fark edilmiş demek ki.
Roman sadece bu kadarla sınırlı kalmıyor elbette. Hayata dair, insana ve kadına dair temas ettiği pek çok konu var. İlk elde benim dikkatimi çekenler bunlar oldu diyelim. Söylenebilecek diğer şeyleri de diğer okurların keşfine bırakalım.
A.

No comments: